16 Aralık 2008 Salı

%100 80'ler, %100 kült- dedicated to erendo.





'80 darbesi, akabindeki anayasa, ortaya çıkan bir yani neo-liberalizm öteki yanı buram buram muhafazakarlık kokan "kısa yoldan zengin olma" hırsı ki kadınlar açısından bu da dolaylı zenginliğe yani "beyaz atından inip arabaya/özel yatına -uçağına binen ,prens olmasa da zengin olan koca hayali" pompalayan zihniyet, öteki yanda güçlenen türk-islam sentezi... sadece beni şekillendirmediler elbette, ya da ben sadece bunlardan beslenmedim. bunların gerisinde 80'leri o zamanı anlatan uyutan özendiren yaşatan kısaca özetini sunan filmlerdi beni biraz da "ben" yapan...
bu yazımda 80lerdeki kendimce dönemi çok guzel yansıttığını düşündüğüm ilk üç "kült" filmimi anlatacağım size, hayata ve ilişkilere, insanlara bakışımı derinleştiren, sorgulamamı sağlayan filmler bunlar, bunları izledikten sonra artık hiçbirşey benim için eskisi gibi olmadı...

3. numara: Listemizin ilk üçünde yer alan bu güzide film "kadınlığı" anlatışı ile çığır açan ve "babana bile güvenme" şeklinde özetlenecek şekilde erkeğe bakışı ifade eden "İFFET" filmidir. kızımız kenar mahalle kızı olarak muhafazakar kasap bir babanın büyük kızı olarak evlenip nohut oda bakla sofa bir yuvada sevdiceğiyle beraber mutlu mesut yaşamayı düşler. mahallenin yakışıklı taksicisini sever. taksici, bu dönem filmlerinde naro ve coşkundan sonra bireysel bir çaba ile tecavüz sahnesinde yenilik açan, çok söz getiren bir eylem gercekleştirir ki filmin adı bu eylemin niteliğini yansıtmaktadır. kızımızı kandırıp "namusuna" leke süren genç, parası bol olan başka bir kızla evlenir, kızımızın babası gerçeği öğrenir felç geçirir kız evden kaçar ki evlenmeden kolay yoldan filmde zengin olur. kimseleri sevmez, guvenmez ama bu arada "kadınlığının" getirdiği şuh hallerinin imkanlarından da sonuna kadar faydalanır. bu film, bence ülkemize "erkeklere güvenme, aklı fikri ya karıda olur ya parada" dedirten , erkeğin para -aşk denkleminde kadına nazaran parayı sececeği gerceğini anlatan guzel bir film, sürükleyici de...kadınlığın namus etrafında döndüğü sarmalda, bunu katı bir profesyonellikle aşan ve süper zengin olan ama buna rağmen "param var ama mutsuzum" şeklinde hep yalnız kalmayı gösterir. demek ki neymiş, taksi camında sıkışsa da kafan, iffetini/adını koruyacaksın ileride mutlu olmak için...

2 numara: ikinci filmimiz, yeni hacı-hoca olan yaşar alptekinin dans konusunda tolgahan'dan sonra yurdumuza kattığı en faideli şeylerden biri olan "Lambada/gençlik fırtınası" adlı filmi. adından da anlaşılacagı üzere isyankar bir haldedir film, "gençiz biz yer içer dansederiz" cümlesini kendini dustur edinmiş zengin ve zengin olmayı hedefleyen gençleri için tam bir 80'ler gençliği diyebiliriz...yaşar bu filmde, yetenekli ama fakir bir gençtir. ne hikmetse -sanırım yurtdışındaki dans patlaması nedeniyle- dansçı olmayı istemektedir. bunun yolu birilerinin yatagından gecmektir ve yaşarcık, süper güçlü ve zengin ama yaşına göre biraz büyük bir kadınla birlikte olmaya başlar, makyevelist bir tutumla "amaca giden her yol meşrudur" der ve bundan gocunmaz. artık farklı ve şaşalı bir yaşam onu bekler, ta ki zengin olan ama kendini fakir olarak gösteren esas kızla dansedip bu dans sonucu aşık olana kadar... paranın saadetle ölçülmediği zamanlara gönderme yapan bu filmde yaşarcık, aşk ile güç/para ikilemi arasında kalmıştır halbuki ne şanslıdır ki esas kız da zengindir...dans kültürümüze ayrı bir bakış getiren bu film, gençleri diskolara özendirmekle beraber oraları saf dans ve eğlenmek için yaratılmış mekanlar olarak göstermektedir, bu sterilize discolarda yaşar ve partneri dansederken diğerleri de daire olup çevrelerinde döne döne oynamaktadırlar, yeteneğe tam gaz saygı...bu film jigololuk kavramını ele almaktadır aynı zamanda, der ki ulu hocamız yaşar filmde, göz kamaştırsa da para mal mülk ne ki aşkın karşısında. ve yine yaşar ve süper esnek partneri lambada gibi yasak bir dansı bile istanbulda park bahce gece-gunduz demeden çeşitli yerlerde dansederek halkımıza göstermiş, halkımıza dansı sevdirmiş ve dansa bakışımızda olumlu ve yeni bir sayfa açmıştır. kendilerini tebrik ediyoruz bu anlamlı film için...

evetttt vee biirrr numaraaaaa:Tabi ki listemizde ilk sırada dönemin meşhur aktristleri olan banu alkan ve serpil çakmaklı'nın yer aldığı -ki bu yer alma ve iki starı buluşturması ile önemli bir çalışmadır bence- "bu ikiliye dikkat filmi" yer almaktadır. sarışın kızımız varlıklı bir ailenin gün görmüş evladıdır, sıkıntıdan dolayı tatil yapmaktadır zira hayata dair hiç bir kaygısı yoktur. alımlı ve hoştur. esmer kızımız ise varoşlarda yaşayan, çalışan ve biriktirdiği parayla lüks bir otele gelerek zengin birini "kapaklama" derdinde olan, zira bu yoksul hayattan ve onun sıkıntılarından bıkan bunu aşmak için de böyle bir çözüm bulan gene hoş ve güzel, ama hafif sarışının variyetini kıskanan bir kişiliktedir. ikisinin yolu gittikleri tatil köyünde kesişir ve aralarında gizli bir soğuk savaş başlar, sarışın kızımız esmeri avam bulur, esmer sarışını züppe...hedefteki erkekler de ortak olduğu içindir ki kadınlığa dair stratejiler havada uçuşur filmde. en dikkat çeken yan ise bu stratejilerin gene danstır. banucuk açık olan saçlarını savura savura bir sağa bir sola ağırlık verecek şekilde zıplaya zıplaya dönemin "yabancı müzik dansını" en iyi şekilde icra etmektedir, arkada yanılmıyorsam modern talking çalmaktadır. herkesin gözü üzerindedir, saçlarını savurdukça herkes şöyle bir bakar, serpilcik de bakar ama o kıskançlıkla bu yabancı kültüre "yabancı" olmanın getirdiği kıskançlık burukluk ve ona bir an önce dahil olma isteği ve hırsı ile bakar. şarkı biter banucuk herkesin hayran bakışları ile yerine döner ve sahneye esmer kızımız serpilcik çıkar, farklılığını yansıtarak hedefteki erkekleri etkilemek ister kimlik politikasının işin içine girdiği nokta budur çünkü serpilcik, kafasındaki kabarık saça taktığı koca tokası nedeniyle saçlarını değil ama belini poposunu savurur bir sağa bir sola, der ki dijeye "çal bir mastika" ve göbeğini kıvırta kıvırta poposunu sallaya sallaya -bedenini kadınlığını tatlandırarak oynar. öte yanda ise, batılı bir bakışın (banucuğun) "oryantalist" ve "avam" tepkisini görürürüz, aynı serpilin banucuk dansederken "bizden değil bu, bizdeni kendimizi kimliğimizi göstereceğim şimdi" diyerek misilleme olarak yaptığı dans gibi...serpilcik kendine süper güvenen "tanyeli" formatında dansını icra eder, savaş çok nettir,ganimet olacak olanların kafası karışır. bu film bence toplumumuzdaki gelir eşitsizliğini ve sınıf farklılığını çok guzel yansıtmaktadır, kaldı ki kadınlar arasındaki gerilimi de...bir yanda varoşlar, esmerlik, oryantal motifler, diğer yanda variyet, sarışınlık ve çeri çeri leydii şarkısını ve ona yaraşan dansı bilmeyi sağlayan bir batıya dönmüşlük...

bu ve daha nice filmlerin bana katkısı çok olmuşturi yadsıyamam...teorik bilgimi pekiştiren filmler bunlar, zira öğretici de... kafamı araba camlarından uzak tutarım, erkeklere pek güvenmem, dansı severim lambadayı daha çok severim, çeri çeri leydiyi de mastikayı da bilirim...
ısrarla izleyin ve hayata ve döneme dair tüm tüyoları öğrenin derim.

bana bu konuda ilham veren, kimi zaman ufkumu açan kimi zaman hatırlamamı sağlayan eren'e teşekkürü bir borç bilirim... bu yazı sana:)

8 Aralık 2008 Pazartesi

7 Aralık 2008 Pazar

sinir bozucu...

kulaklığın bozulması ve tek kulaklıkla dinlemek zorunda kalmak,
ekmeğin nemlenmesi,
buzdolabında "benim" diyerek kendine pay çıkardığın ve tüm gün onu yiyeceğini düşünerek eve gittiğinde süpersonik(!) yiyeceğin başkasınca yendiğini görmek,
çok severek izlediğin bir şey başladığı sırada misafirin gelmesi ya da elektriğin kesilmesi,
havanın değişkenliğinin seni aldatması ile ya çok terlemen ya da üşümen, ki kimi hallerde elde gereksiz ağırlık olarak mont ya da şemsiye kalması,
yağmurlu havada şemsiye kullananların yolda yürüyenleri düşünmeyerek boyuna uygun bir yükseklikle şemsiyeyi göze sokmaları,
dondurmanın, havanın aşırı sıcak oldugu zamanlarda, daha bitirmeden eriyip düşmesi,
kendini kaptırmış yazarken kalemin bitmesi bazen de kağıdı yırtması,
gazeteyi senden önce okuyanın savaşırcasına gazete okuması ve o harpten çıkan gazeteyi okumak,
içki içicez diye toplanıp bir iki kişinin yançizmesi ve grupça kolaya dadanmak,
kahve falı baktırınca kısmet mısmet var diyip insana umut vermeleri ama en nihayetinde gene bi halt olmaması,
filmlerde yeni insan-süper aşk yeri olan otobus tren gibi araçlarda, dede vagonuna düşmek ve horultu dinlemek

sinir bozucu...

6 Aralık 2008 Cumartesi

hımm ne güzel şarkı:)



kısa olanın güzel tadı...

5 Aralık 2008 Cuma

strateji yumağı


...yoruldum ve anlamıyorum... basit şeylerin önemliymişcesine algılanışına ya da önemli olanın basitleştirilmesine... bok var çünkü empati kurmakta, elimize yüzüme bulaşır ne'me lazım. herşey strateji ağı hayatta, ilişkiler bile... sadece damalı tahtada taşların üzerime gelmesini bekliyorum...istediğimde hiç gelmiyor zaten o taşlar, çünkü strateji dışı "yaşayalım, tadına bakalım, aha hissettiğim bu, sen kötüsün iyisin" diyorum "lazım olabilir, yedekte dursun" demiyorum ya ben de anlamıyorum. başkalarının hayatı şah ya, mat olmamak için piyon olmak onu korumak kollamak bize düşüyor, işte ne kadar stratejik-hayatta başarılı olmanın yolu dibine kadar, köküne kadar başarı endeksli duygusuz süper bencillik.
ergenlere has dediğim ve dalga geçtiğim tüm bu saçma-komik-ufak stratejiler ağı, tam karşımda hem tüm basitlik ve rezilliğiyle hem de büyük bir kütle olarak her yerde her zamanda...

incubus-2

Amme hizmetinde ikinci büyük dev adım, herkes yararlansın diye...

4 Aralık 2008 Perşembe

kaçınılmazsa zevk al!!!




bu ülkede yaşayan bir kadın olarak, son zamanlarda irkilerek okuyorum ki "bu ülkede tecavüze uğramak hiçbir şekilde RUH VE BEDEN SAĞLIĞINI" etkilememektedir zira uzmanlar bu yönde raporlar vermekte, haliyle geriye o meşhur laf kalıyor: "tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak!"

fukocu iktidar açılımının doğru tespiti, psikologlar ve doktorlar artık "tecavüzün" gayet "normal" olduğuna kanaat getirmekte , ne de olsa Batıya yüzünü dönen ve ahlaksızlığına kadar alan bir toplumuz, yetmiyor bir de üstüne moderni de geçtik post modern, pop-art zamanlarında yaşıyoruz...
daha da yorum yok...

love hurts-incubus

sponsorları gibi ona buna "dinledin mi" "bildin mi" "süper şarkı dinle bi" gibi herkese yayma işlevi görerekten sınırlı sayıda da olsa burayı okuyanlar için yapacağım amme hizmetinin ilk ayağını gerçekleştirerek sözlerini yayınlıyorum, zira şarkının ajitasyon uyandıran adına rağmen- tam tersi olarak genelini "acıye teğet gecerek umuda/yaşama dokunan" olarak nitelendiriyorum ki bu sıfat tamlaması ile betimlendiğini görseler bu şarkının, alnımdan öperler kesin...
olayın teknolojik boyutunu çözüp imkanım olup olmadığını keşfetttikten -ya da daha dogrusu bilene sorup "var mı böyle bi ayak bunda" deyip olumlu cevap almam durumumda-amme hizmetimin ikinci ayağı olarak şarkıyı burada korsan morsan ama tanıtıcı-övücü şekilde sunacağım.bilenler bilmeyenlere anlatır ya da ben herkese anlatırım, obsesifim ya...

Tonight we drink to youth
And holding fast the truth
Don't want to lose what I had as a boy
My heart still has a beat
But love is now a feat
As common as a cold day in L.A.
Sometimes when I'm alone I wonder
Is there a spell that I am under
Keeping me from seeing the real thing
Love hurts
But sometimes it's a good hurt
And it feels like I'm alive
Love sings
When it transcends the bad things
Have a heart and try me
'cause without love I won't survive
I'm fettered and abused
Stand naked and accused
Should I surface, this one-man submarine?
I only want the truth!
So tonight we drink to youth!
I'll never lose what I had as a boy
Sometimes when I'm alone I wonder
Is there a spell that I am under
Keeping me from seeing the real thing?
Love hurts
But sometimes it's a good hurt
And it feels like I'm alive
Love sings
When it transcends the bad things
Have a heart and try me 'cause without love I won't survive

3 Aralık 2008 Çarşamba

istanbul-yan notları


restore edilen hostelde kalmak, ilk tecrübe. zaten serserilikle entellik arasındaki inci çizgiye yaymaya düşündüğüm geziydi bu, herşeyi içeren postmodern ve eklektik paket program. gunduz koşakoşa "entel ol" konferansa gir, akşam çık dışarıda "ipinden kopmuşcasına" eğlen... gece hayatına bodoslama dalma üstüne sorana da "ya ben konferansa geldim önemli bir konferans var" savunma cümlesi...
3 gün içinde sadece haydarpaşa-taksim arası dışında bir ortaköy istisna olarak mekan değişikliği sayılır, onun dışında yeme-içme-uyuma gibi yaşamsal etkinlikler ve istanbula gitme sebep etkinlikleri İstiklal caddesi üzerinde kuzey-güney yönünde ileri-geri doğrultusunda gerçekleşti ki kimi zaman caddeyi birkaç kere baştan sona yürümek gerekti, mekanlar aynı insanlar farklı.
uyuyamadım çok fazla, yadırgadım galiba bu paket programın hızlılığını, ne de olsa bünye alışık değil. zira masa başı okuma-yazma olarak nitelendirilen masabaşı tez memuru olarak konferansın gayet güzel geçmesi ile paralel sosyal yaşantının da güzelliği farklı geldi haliyle...
galiba değer verilen biriyim zira İstanbul'daki arkadaş ilgisi beni gayet duygulandırdı...işini gücünü kenarda bırakan ya da planını bize göre ayarlayan arkadaşlar, keza birini kolundan tutup götürdüler yanımızdan ki bu da arkadaşlarıma dışsal çevreden gelen bir ilginin varlığının da göstergesi...dışsal ilgiden ben de nasibimi aldım sayıyorum kendimi, egoya iyi gelen birşey, arada tavsiye edilir... yine de feminizme dair gündüz birşeyler dinlerken, akşam yanımızdaki herifi kolundan tutup götürmeleri de ilginç,ironik, düşündürücü...
bir de bot-spor ayakkabı ikiliminde botu tercih ederek soguğa karşı iyi ama kendime -rahatlığıma karşı kötü bir tercih yapmışım zira o botlar 5 kiloluk teneke peynir kutusu misali beni aşağıya doğru çekti hep, trende zaten hayy size diyip attım kenara yolculuk bitene kadar çorapla durdum. bi de cüzdanımı değiştirdim ki gayet zordu kullanımı, buradan da en ufak alışkanlıklarım değiştirilmesi konusunda muhafazakar bir yapıdayım gibi geldi bana, ya da değilim. işte herşeye sosyolojik psikolojik sosyo-ekonomik bla bla bir bakış açısı ile bakmak da böyle bir şey. normal gibi görünmez herşey vardır mutlaka bir bağlantısı...halbuki düz bakmak bazen daha az yorucu oluyor...

1 Aralık 2008 Pazartesi

meST-AN-BUL-MAk



nostaljik olarak nitelendirilen tren yolu, nostaljik ve büyülüyeci gar ve göz kamaştıran deniz...türk sinemasının sık kullandığı akıllara kazınan sahnedir bu, taşradan istanbula gelenin gördüğü inanılmaz manzara 1denizi görmek istanbulu görmek demektir" hatta "köyden indim şehire" filmindeki ironik gönderme genellenebilir kanımca zira böyle bir şehre giriş gerçekten insanı mest eden, demleyen, dinginleştiren ama bir yandan da güzelliğin dehşetini barındıran "geçiş".

çok şey anlatılabilir söylenebilir, zamanın çoğunu geçirdiğim istiklal caddesi üzerine birşeyler yazmak icap eder galiba. amalie filminin müzikleri gibi bir havada geciyor caddede gezmek. türlü sosyolojik verinin toplandıgı bir alan olmasının yanındaki akademik bakış bile bu insan yogunlugunu anlamaya yetmiyor, popülasyonun belli uç saatler dışında düşmediği türkiyenin neredeyse kalbi... her yer her mekan dolu ki insana türkiyede kriz mi var gercekten dedirtiyor... insanların "davranış kalıpları"nda bile farklılık hissetmek mümkün. yabancılaşmanın yalnızlıgın dorukta olup ama o kadar da bu makusluğu yenmek için sosyalleşme isteklisi insanın kaynadığı, insan yogunlaşmasının bile mekanın karakteri olması, insanın o karakteri soluyarak ona uygun davranması...neticede karakterli İstiklal, gözünüz yerdeyse sosyolojik veri yukardaysa müthiş mimari detaylar görüp kendini beslemek mümkün. bir caddede gezerken aşkı nefreti yalnızlığı neşeyi küfürü kahkahayı içeren bünyesinde saklayan bir yer, ki şaşmamak gerekir beni bile besleyen bu kozmopolitist eklektik ortam nedeniyle tüm yazar çizer tayfasının istanbulda konuşlanmasına...

bakmak değil belki görmek ve solumak gerekirse tatmak lazım bunu...tüm duyulara şaşalı şekilde hitap eden bu şehirde mest olmamak imkansız...ağızda güzel bir şarap tadı bırakan içmeden de içerek de sarhoş olunan gerçeğin rüya ile birleştiği yer...